Whatsapp İletişim Hattı
Menü

Hz. Ali Kimdir? Hayatı, Sözleri ve Halifelik Dönemi

İlmin Kapısı Hz. Ali Kimdir? Hz. Ali’nin Halifelik Dönemi Nasıl Geçti? Hz. Ali’nin Ahlaki Özellikleri Nelerdir? Hz. Ali Hakkında Merak Edilenler…

 

24 Nis 2025
Hz. Ali Kimdir? Hayatı, Sözleri ve Halifelik Dönemi

Hz. Ali Hayatı

Hz. Muhammed (s.a.v)’in amcasının oğlu olan Hz. Ali miladi 600 yılında Mekke’de doğdu. Babası Ebu Talip, annesi Fatıma binti Esed’tir.  Yetim olarak doğan peygamberimiz annesi Amine’nin de vefatından sonra dedesinin himayesine girdi. Bir süre dedesiyle yaşadıktan sonra ölüm Abdulmuttalib’in de kapısını çaldı. Dedesinin vefatından sonra amcası Ebu Talip peygamberimizi himayesi altına aldı. Fatıma binti Esed peygamberimize annelik yaptı, şefkat ve merhametiyle yetim ve öksüz olan peygamber yüreğini sımsıkı sardı. Peygamberimizi kendi evlatlarından ayırmadı. Öyle ki kendi evlatlarının karnını doyurmadan önce peygamberimizin karnını doyururdu. Kendi evlatlarından önce peygamberimizi temizler, saçını tarardı. O yüzden peygamberimiz Ali’nin annesi Fatıma binti Esed için “Annemden sonra annem” diyerek iltifatta bulundu.

Hz. Ali henüz 5 yaşlarındayken Mekke’de kıtlık baş gösterdi. Yaşlanmış olan Ebu Talib’i bu kıtlık fazlasıyla zorladı. Amcasının zor durumda olduğunu gören efendimiz, bu ağır yükü hafifletmek ve vefanın gereğini yerine getirmek amacıyla Hz. Ali’yi kendi himayesine aldı. Hidayetin nurunun parlayacağı peygamber evi Hz. Ali’ye yuva oldu.

Vahyin kutlu çağrısına icabet edenlerin ilki olan Hz. Hatice, Peygamberimizle beraber namaz kılarlarken henüz 10 yaşlarında olan Hz. Ali uzun uzun onları izledi ve namaz bittikten sonra merakla sordu:

- “Nedir bu?”  Efendimiz (s.a.v):

- “Bu Allah’ın bizler için seçtiği, beğendiği dindir. Ben seni bir olan Allah’a iman etmeye ve insanlara hiçbir fayda ve zararı dokunmayan Lat ve Uzza’ya tapınmaktan sakınmaya davet ediyorum.”

Hz. Ali bu sözler karşısında biraz duraksadı ve şöyle söyledi:

- “Benim şimdiye kadar işitmediğim bir şey bu, babam Ebu Talip’e danışmadan bir şey diyemem.”

Peygamber efendimiz henüz açık davete başlamadığı için Hz. Ali’ye:

- “Ey Ali! Bu söylediklerimi yapacaksan yap, yapmayacaksan da kimseye söyleme, gördüğünü ve işittiğini gizli tut “dedi. Bu konuşmanın üzerine düşüncelere dalan Hz. Ali o gecenin sabahına Rasulullah’ın huzuruna vardı ve hidayete açık bir kalp haliyle şu etkili sözleri sarf etti:

- “Allah, beni yaratırken babam Ebu Talip’e sordu mu ki ben de O’na ibadet etmek için danışayım.”

Bu sözlerin sonunda, iman eden ilk çocuk olan Hz. Ali, küçük yaşında büyük bir davayı omuzlayarak şereflerin en büyüğüne nail oldu. İslam dinini ve tevhit davasını her yaştan insanın anlayabileceğinin ve kabul edebileceğinin bir ispatı oldu Hz. Ali... O gün 10 yaşında bir çocuğa hakikatleri anlatmaktan çekinmemişti Peygamberimiz, çünkü kendisine gelen din, anlaşılması zor bir felsefeden çok daha fazlasıydı…

Peygamberimize açık davete başlaması ve önce akrabalarını uyarması gerektiği emri gelince Efendimiz akrabalarını bir yemek davetinde topladı. Yemek esnasında bir ara tebliğde bulunacaktı ki amcası Ebu Lehep buna mâni oldu. Peygamberimizin canı sıkıldı ama tekrardan tebliğ yapmak için akrabalarını başka bir gün yeniden bir yemek sofrasında topladı.  Peygamberimiz bu kez Ebu Lehep’ten önce söze başladı ve akrabalarını bir olan Allah’a imana davet etti ve konuşmasının sonunda “O halde hanginiz bu yolda bana icabet ederek yardımcım olacak?” diye sordu. Kimseden ses yok, herkesin başı yerde peygamberimiz üç kez tekrarladı sualini cevap veren olmadı ve sonradan bir ses yükseldi misafirlere su ikramında bulunan küçük Ali’den…Elindeki su testisini bıraktı ve:

“Ya Rasullallah! Ben sana yardımcı olurum her ne kadar yaşça küçük isem de…” dedi.

Büyüklerin kabul etmekten çekindiklerini gür bir şekilde kabul etme cesaretini gösteren Hz. Ali bu tavrıyla birçok büyükten büyüktü aslında…

İşte o günden sonra İslam davasıyla beraber büyüdü ve tevhit mücadelesinde peygamberi hiçbir zaman yalnız bırakmadı. Her daim peygamberin arkasında oldu ve Peygamber mektebinin ilk talebelerinden oldu. Hz. Ali bunu şu sözlerle ifade etti:

Ben Rasulullah’ı, bir deve yavrusu annesini nasıl takip ettiyse öyle takip ettim ve bir deve yavrusu annesinin arkasından ayrılmama hususunda nasıl bir hassasiyet ortaya koyduysa bende aynen öyle yaptım.”

Küçük yaşında İslam’la süslenen ve peygamberden beslenen Hz. Ali Allah’ın davası için başına gelecek olan her şeyi göze almaktaydı. İslam’ın sedası en gür seda olsun diye gerekirse canını da vermeye razıydı.

Mekke’nin ileri gelenleri, iman edenlere karşı her geçen gün daha da şiddetli zulmediyor ve Müslümanlara Mekke genelinde boykot uygulanıyordu. İman edenler uzunca bir dönem boykot ve işkenceye direnmeye çalıştılar. Bir süre sonra hem açlığa hem de zulme direnecek güçleri ve takatleri kalmadı. Peygamberimiz Müslümanların bu eziyet ve işkencelerden kurtulmaları için Medine’ye hicret etmeye karar verdi.  Bu arada Mekkeli müşrikler peygamberimizi öldürme planları yapmaktaydı. Peygamber efendimiz kendinde bulunan emanetleri sahiplerine ulaştırması için Hz. Ali’ye verdi ve kendisini öldürmeye gelen müşrikleri oyalaması için Hz. Ali’yi yatağına yatırdı. Ali olmak inandığın dava uğruna canını vermek, sonunu düşünmeden ölüme yürümekti.

 O gün peygamberin yatağına yatmak demek müşriklerin kılıçları ucunda can vermeyi göze almak demekti… O gün peygamberin yatağına yatmak demek İslam medeniyeti uğrunda kendini feda etmeyi şeref bilmek demekti… O gün peygamberin yatağına yatmak demek bütün sevdiklerinle vedalaşmak demekti… O gün peygamberin yatağına yatmak demek sevdasıyla yandığı Allah’a kavuşmak demekti… O gün peygamberin yatağına yatmak Ümmeti Muhammed’in kurtuluşunu kendi canından daha mühim görmek demekti… O gün peygamberin yatağına yatmak İslam davasının, uğruna ölünmesi gereken en önemli hakikat olduğunu dünyaya göstermekti…

Peygamberimiz hanginiz bu yolda bana yardımcı olacak diye sorduğunda akrabalarına “Ben, Ey Allah’ın Resulü” diyen Hz. Ali, peygamberin yatağına yatarken “Neden ben Ey Allah’ın Resulü?” dememişti. Aynı heyecan ve imanla “Bu dava uğrunda bir fedai lazımsa o ben olayım Ey Allah’ın Resulü” demişti. Hz. Ali her “Ben” deyişinde benliğinden geçiyordu adeta… Hz. Ali her “Ben” deyişinde benliğine kavuşuyordu coşkuyla … Hz. Ali her “Ben” deyişinde makamlar atlıyordu Allah katında…Hz. Ali öncülük ediyordu her hayırlı olaya… Öncü olmak isteyenler “Kim var? “Denildiğinde Ali gibi “Ben” varım diyebilmelidir. Kendinden geçmeyi göze almayanlar Ali gibi hayırda öncü olamazlar.

Peygamberimizi koruyan Cenabı Hak Hz. Ali’yi de korudu. O, kendine verilen görevi hakkıyla yerine getirdi ve hicretten sonra da peygamberin yanında olmaya devam etti. Hz. Peygamber Muhacir ve Ensar’dan olmak üzere sahabeleri birbirleriyle kardeş ilan etti, Hz. Ali’yi de kendine kardeş seçti. Peygambere kardeş olan Hz. Ali hicretin 2. Yılı Hz. Fatıma ile evlenerek aynı zamanda peygamberin damadı oldu.

Hz. Ali Tebük savaşı dışında hemen hemen bütün gazvelere katıldı ve birçoğunda sancağı kendisi taşıdı. Tebük savaşına katılmama sebebi de efendimizin Hz. Ali’yi ehli beyti koruması için Medine’de vekil olarak bırakmasıydı. Yoksa Ali hiç geride kalır mıydı? Hz. Ali her daim mücadelenin göbeğinde, İslami direnişin saflarında yer almak istemekteydi. Tebük savaşına katılamayınca çok üzülmüştü. Efendimiz Hz. Ali’yi üzgün görünce: “Ey Ali, Musa’ya göre Harun ne ise bana göre de sen öyle olmak istemez misin?” diyerek Hz. Ali’nin kendisi için ne kadar kıymetli olduğunu ifade etti. 

Hz. Ali katıldığı her gazvede korkusuzca savaşır, düşmanı dize getirirdi. Bedir savaşında müşriklerden Utbe, Velid ve Şeybe savaş meydanının önüne çıkıp kendilerine Müslümanlardan rakip isteyince karşılarına Ensar’dan Avf, Muaz ve Abdullah İbni Revah’a çıktı. Müşrikler Medineli çiftçilerle karşı karşıya gelmek istemediklerini söylediler ve bize dengimizi gönderin dediler. Bunun üzerine Hamza, Ali ve Ubeyde meydana yürüdü. Hz. Ali ve Hz. Hamza rakiplerini bir çırpıda yere serdi fakat Ubeyde bir kılıç yarası aldı. Hz. Ali ve Hz. Hamza birlik olup Ubeyde’nin rakibi Şeybe’yi de yere serdiler. Bedir savaşında müşriklerden öldürülen 70 kişiden sadece 20’sinin Hz. Ali’nin kılıcıyla can verdiği rivayet edilir. Bedir’deki cesaret ve yiğitliğinden dolayı Hz. Ali’ye “Allah’ın Arslan’ı” lakabı verilmişti.

Hz. Ali bazen bir davetçi, bazen savaş meydanında şehadet aşkıyla savaşan bir mücahit, bazen İslam ordusuna liderlik eden bir komutan, bazen ilmiyle insanları aydınlatan bir imam, bazen Allah’ın razı olduğu hayırlı bir eş…

Peygamberimiz bazı sahabeleri tebliğ amacıyla farklı bölgelere göndermekteydi.  Yemen şehrine tebliğ için gidilmiş fakat iman edenlerin sayısı bir elin parmağını geçmemişti. Bu durum peygamberimize haber edildi ve bunun üzerine peygamber efendimiz Yemen bölgesine Tebliğde bulunmak için Hz. Ali’yi göndermek istedi. Yemen İslami daveti kabul etmekte insanı zorlayacak bir bölgeydi. Bunun bilen Hz. Ali: “Ey Allah’ın Resulü, bu çok güç bir iş” deyince Peygamber Efendimiz elini Hz. Ali’nin kalbine koydu ve “Allah’ım Ali’nin dilini doğruluk tercümanı ve kalbini ise hidayet nurunun membaı eyle” diye dua etti. Kısa bir süre sonra Hz. Ali’nin vesilesiyle Yemen’de bulunan Hemedan kabilesinin hepsi İslam’ı kabul etti. Allah’ın yardımı, peygamberin duasıyla yola çıkan Hz. Ali her türlü zorluklara rağmen Hak bildiği yolda sebat etti ve Allah da ona zaferi nasip etti. Bugün de bu zorlu yollar İslam davetçilerini beklemektedir. Duasına peygamber duasını da katarak ve Allah’a dayanarak davet yolunda mücadele etmeye azmetmeli İslam davetçileri… Tevekkülle birlikte her zorluklar kolaylığa çevrilecek, her zahmet rahmeti celbedecek, her kelam kalbe değecek ve böylelikle İslam halkası genişleyecektir.

Hz. Ali Ailesi

Sahabelerin birçoğu peygamberimizle akraba olma şerefine nail olmayı istemekteydi. Bu yüzden efendimizin ahlakıyla ahlaklanan, gülmesiyle, ağlamasıyla, konuşmasıyla ve yürümesiyle efendimize en çok benzeyen Hz. Fatıma’ya talip olan çoktu. Hz. Fatıma ile evlenmek isteyenler arasında sahabelerin büyüklerinden Hz. Ebubekir ve Hz. Ömer’ de vardı. Peygamberimiz iki güzide sahabenin Fatıma ile evlenme taleplerini “Fatıma’yı sana nikahlaman için Allah’tan bana bir işaret gelmedi” diyerek reddetti. Hz. Ali’de Fatıma ile nikahlanmak istemekteydi fakat Hz. Ebubekir ile Hz. Ömer bile Fatıma ile evlenememişti, onlar bile reddedilmişken kendisi nasıl Fatıma’yı peygamberimizden isteyebilirdi? Hz. Ali bu yüzden Hz. Fatıma’yı istemekten çekindi. Bu arada peygamberimize Cebrail (a.s) gelerek Hz. Fatıma ile Hz. Ali’yi nikahlamasını söyledi.

Hz. Ali Cebrail’in söylediklerinden bihaber peygamberimizin evinin önüne geldi ama bir türlü içeri giremedi. Peygamberimiz Hz. Ali’yi görünce “Bize mi gelmiştin Ey Ali?” diye sordu. Hz. Ali bu soru karşısında kırmızıya kesti ve “Allah ve Resulü daha iyi bilir” dedi.  Peygamberimiz evine gelmesini söyleyince Hz. Ali utanarak içeri girdi. Peygamberimiz “Ey Ali, bizden bir şey istemeye mi geldin?” diye sorunca Hz. Ali de “Allah ve Resulü daha iyi bilir” dedi. Peygamberimiz Hz. Ali’nin çekindiğini görünce konuyu nikaha getirdi ve “Ey Ali yoksa sen bugün Allah’ın emriyle kızım Fatıma’yı benden istemeye mi geldin?” diye sordu. Hz. Ali: “Kızda senin oğlanda senin Allah ve Resulü ne diyorsa öyle olsun “dedi. Peygamberimiz Hz. Ali’nin kendisini istediği haberini Hz. Fatıma’ya iletti, onun da bu konuda fikrini almak istedi. Efendimiz kızının düşüncesini de önemsemekteydi. Peygamberimizin kızına danışması o zamanın adetlerinde pek rastlanmayacak bir durumdu. İffet ve haya timsali Hz. Fatıma susarak evet cevabını verdi. 

Bunun üzerine peygamberimiz: “Şahit olun! Ali benden kızımı istedi bende ona verdim” dedi. Hz. Ali’nin Mehir olarak verecek malı yoktu. Bedir gazvesinde ganimetten kendisine verilen zırhı ve birtakım eşyalarını satıp Mehir olarak verdi. Allah’ın ve Resulünün razı olduğu mübarek nikah gerçekleşti. Hz. Ali ve Hz. Fatıma eşyadan çok sevgi ve saygıyla döşediler yuvalarını, çoğu zaman karınlarını doyuracak bir erzaktan başkası bulunmadı mutfaklarında ama hiçbir zaman muhabbet de eksik olmadı gönül diyarlarından… Onların evliliği kanaat üzerine kurulmuş çok güzel bir birliktelikti. Onlar birlikteliklerinde hep ahireti dünyaya tercih ettiler. Hz. Ali ve Hz. Fatıma çok ibadet eder, birlikte oruç tutar ve sürekli Kur’an’la hemhal olurlardı.

Elbette her mutlu yuvada istenmeyen tatsızlıklar olmuştur. Önemli olan bu durumlarda işi çıkmaza götürmeden ve şeytanın araya girmesine müsaade etmeden sorunları çözmektir. Zira karı koca arasını ayırmak şeytanın en hoşuna giden günahtır.    

Hz. Ali ile Hz. Fatıma arasında da anlaşmazlıklar oldu. Bu anlarda peygamberimiz hem kızı Fatıma’yı hem de damadı Ali’yi yanına alıp güzel nasihatlerde bulunurdu. Gönüllerinde Allah’ın rızasıyla, peygamberin dua ve nasihatleriyle sürdürülen bu güzel birlikten Hasan, Hüseyin, Muhsin adında üç erkek çocuk, Ümmü Gülsüm ve Zeynep adında da iki kız çocuğu dünyaya geldi. Hz. Ali, Hz. Fatıma ile evliliği boyunca ona sadık kaldı ve başka bir kadınla nikahlanmadı.

İlmi Şahsiyeti

Hz. Ali daha 5 yaşlarındayken peygamberin himayesine girdi ve vahyin ilk muhataplarından oldu. Her daim efendimizin yanında olmasından dolayı birçok ilmi meselede peygamberimizden nasiplendi. Hz. Ali Mekke’de okuma yazma bilen nadir kimselerden biriydi bu yüzden peygamberimizin vahiy katipleri arasında yer almaktaydı.

Hz. Ali Kur’an’ı Kerim’in tamamını ezbere biliyordu. Allah’ın mübarek kelamını yazma, öğrenme ve amele dökme konusunda sahabenin en önde gelenlerinden biriydi. Hz. Ali Kur’an ayetlerinin ve ilmi konuların ezberinde olmasına önem verdiği gibi, aynı zamanda ezberlenen bu ilmin fiile dönüştürülmesine de çok önem vermekteydi. İlmiyle amel etmeyen alimlerin topluma kötü örnek olduğunu şu sözleriyle ifade etmektedir:

İnsanlar, âlimlerin ilimleriyle amel etmediklerini gördükleri için ilme rağbet göstermiyorlar.” İlim Allah’ın kullarına en büyük nimetlerinden biridir. İlim, herkese nasip olmamaktadır. Bu yüzden ilim nimetiyle şereflenenler ellerindeki ilmin hakkını vermek zorundadır. Aksi halde ilimleriyle toplumu aydınlatıp hayra teşvik edeceklerine, insanların daha çok hayırdan uzaklaşmalarına sebep olacaklardır.

Alimler, peygamberlerin varisleridir. Peygamberlere varis olma gibi büyük bir göreve talip olan ilim ehli kimseler mirasa en güzel şekilde sahip çıkmalı, anlattığı hakikatleri hayatında da yaşamalı, dünyasını bu hakikatlerle donatmalıdır.

Hz. Ali ilme iştiyak ve merakını şu sözler ile bize anlatmaktadır. “Vallahi ben her ayetin nerde ve ne hakkında indiğini biliyorum. Şüphesiz Rabbim bana akleden bir kalp ve bilmediğini soran bir lisan vermiştir.” Sormamak, yanlışın ve cehaletin en büyük müsebbibidir. Peygamber efendimiz de bir Hadis-i Şerif’in de “Cehaletin ilacı sormaktır” buyuruyor. Sorma zahmetine katlanmayanlar cehalete ve şeytanın tuzaklarına maruz kalmaya ve yanlış yollara sapmaya mecburdurlar.      

Hz. Ali sahabeler arasında hüküm vermede isabetli olmasıyla bilinirdi. Öyle ki çözüme kavuşturulması zor meseleler için “Bu Ebu Hasen’in bile çözemeyeceği bir mesele” denilirdi. Hz. Ali toplumda ilmi birikimiyle, yerinde kararlar vermesi ve zor olayları çözüme kavuşturması ile meşhurdu. Yine Hz. Ömer’de bu hususta: “Ali en iyi hüküm verenimiz, Übey b. Ka’b da en iyi Kur’an okuyanımızdır” demiştir. Hz. Ömer ve Hz. Ebubekir fıkhi meselelerde, Kur’an ve hadis ilimleri konusunda derin bir ilmi birikimi olan Hz. Ali’ye müracaat ederlerdi.

Hz. Ömer döneminde önemli olayları kaydetmek için Müslümanlara ait yeni bir takvime geçilmek istendi. Takvim başlangıcının ne olacağı hususunda Hz. Ömer’e farklı birçok görüş sunuldu. Kimisi takvim başlangıcı Bedir Savaşı’nın tarihi olsun dedi, kimisi vahyin ilk nazil olduğu zaman olsun dedi, kimisi Müslümanlar için en önemli hadiselerden biri olan İsra ve Miraç olayı olsun dedi ve sıra Hz. Ali’ye geldi. Hz. Ali: “Devletin kayıtlarını tutmak için istediğiniz bu takvimin başlangıcı İslam’ın devlet olduğu dönem yani hicret olsun” dedi. Hz. Ömer bu fikri çok beğendi ve “Hasan’ın babası olmasaydı, Ömer helak olurdu” dedi. Böylece hicri takvimin başlangıcı hicretin gerçekleştiği tarih olarak belirlendi.

Hz. Ali ilimle o kadar bütünleşmişti ki Peygamber Efendimiz onun hakkında: “Ben ilmin şehriysem, Ali de kapısıdır. İlim isteyen kimse bu kapıdan gelsin” buyurdu. İlim yolunda Ali’ye uğranılmayan bir durak var mıdır? Kim ilme talip olursa bulur kendini Hz.Ali’nin eşiğinde... İlim isteyen geçmeli Ali kapısından zira ilme varmak ilim kapısından geçmeden olmaz.

Hz. Ali’nin Ahlaki Özellikleri

 Hz. Ali, peygamber ocağında büyüdüğü ve nebevi eğitimden geçtiğinden dolayı küçüklüğünden itibaren güzel bir ahlaka sahipti. Hiç puta tapmadığı için kendisine “Allah yüzünü ak etsin” manasına gelen “Kerremallahu Veche “lakabı verildi. Hz. Ali cesarette, fedakarlıkta, kanaat, züht ve takvada her zaman öndeydi. Hz. Ali’nin cesaretini şu misal ortaya koymaktadır:

Hendek savaşında bin savaşçıya bedel olan Amr İbn. Hud Müslümanlara meydan okuyup kendine bir rakip istediğinde cesaret ve yiğitliğin timsali olan Hz. Ali elini kaldırdı. Peygamberimiz: “Otur Ey Ali! O Amr’dır” dedi. Bunun üzerine Amr İbn Hud: “Korktunuz mu, hani siz ölünce cennete gidiyordunuz, biz cehenneme gidiyorduk. Yok mu beni cehenneme gönderecek?” diyerek tekrar rakip istedi. Yine bir el havaya kalktı, Hz. Ali’nin eli ama peygamberimiz yine “Otur Ey Ali! O Amr’dırdedi ve üçüncü defa bu olay gerçekleşti bu kez Hz. Ali oturmadı. “Ey Allah’ın Resulü o bin savaşçıya bedel, bende anamın deyişiyle “Haydar-ı Kerrarım” dedi. Cesur ve korkusuzca düşmana karşılık veren Hz. Ali’yi durdurmak mümkün olmadı. Peygamberimiz başındaki sarığı çıkarıp Hz. Ali’nin başına taktı ve şöyle dua etti: “Ey Allah’ım! Uhud meydanına amcam Hamza’yı gönderdim gelmedi, sen Ali’yi bana geri gönder” dedi. 

Amr İbn. Hud bu şecaat sahibi gencin kim olduğunu merak etti ve karşısına geçen Hz. Ali’ye sordu: “Kimsin sen?” Hz. Ali: “Ali İbn Ebi Talib’im” dedi. Abdullah İbn. Hud birden şaşırdı, daha önce Bedir ve Uhud savaşında Hz. Ali’nin namını duymuştu. “Senin baban benim arkadaşımdı sen git başkası gelsin” dedi. Bunun üzerine Hz. Ali: “Sana üç sözüm var;

  1. Eğer şimdi iman edersen din kardeşim olursun
  2. Eğer kılıcını bırakır gidersen benden emin olursun
  3. Yok diyorsan o halde in atının üzerinden beraber savaşalım

Amr İbn Hud atından indi ve Hz. Ali ile çarpışmaya başladı. Her yer toz duman oldu, izleyenler ne olup bittiğini anlamadı. Bir aralık Hz. Ali göze çarptı sonra tekrar çarpışma hararetlendi. Çarpışma arasından bir tekbir sesi gelince Hz. Ali’nin rakibini yere serdiği anlaşıldı. Merakla Hz. Ali’ye: “Ey Ali bir ara toz dumanının arasından kenara çıktın sonra tekrar içine girdin ne oldu da öyle davrandın?” diye sordular Hz. Ali: “Tam öldürecekken yüzüme tükürdü, çok sinirledim eğer o anda öldürürsem nefsim için öldüreceğimden korktum. Sonra biraz kenara çıkıp sinirimi yatıştırdım, vurmam Allah içindir dedim ve öylece işini bitirdim” dedi. Nefsi ile Rabbi arasında kalınca Rabbini tercih eden, şecaatin temsili Hz. Ali’ye Allah rakibini alt etme gücü nasip etti.

Hz. Ali kanaat ve züht sahibi, dünyanın kalbinde yer bulamadığı bir kimseydi. Hz. Fatıma ile evlenirken yataklarının sadece bir koyun derisinden ibaret olduğu rivayet edilmektedir. Hz. Ali bir gün Hz. Ömer’e: “Eğer dostuna kavuşmak istiyor isen gömleğini yama, ayakkabını tamir et, arzu ve emelini kısa tut ve doymayacak kadar ye! Dedi. Bunun üzerine Hz. Ömer: “Ali olmasaydı Ömer helak olurdu” dedi.

Bir gün Hz. Ali’nin hazine sandığının önüne gelerek söylediği şu sözler dünyalıkların kendisi için ne kadar değersiz olduğunu ortaya koymaktadır: “Ey sarı ve beyaz dünyalıklar, gidin benden başkasını kandırın.”

 Hz. Ali’nin gözünde altın ve gümüşün taştan bir farkı yoktu. Baki olan cennet ziynetleri karşısında geçici dünya servetinin ne önemi vardı. Hz. Ali dünyanın malı ve şöhretine değil de cennete ve Allah’ın rızasına göz koymuş, gönül vermişti.

 

Hz. Ali insanlara iyilikle muamele ederdi. Hatta kendisine kötülük yapan bir insana bile iyilikle muamele edecek kadar güzel bir ahlaka sahipti. Peygamberimizle yaşanılan şu olay buna en güzel örnektir.

Peygamber Efendimiz bir gün mescitteyken sahabeye: “Siz birine iyilik yaptığınız da o size kötülük yapsa ne yapardınız.” diye sordu. Sahabe cevap verdiler

-İyilik ederdik

-Yine kötülük yaparsa ne yapardınız?

- İyilik ederdik

- Yine kötülük yaparsa ne yapardınız? 

-Biz yine iyilik ederdik

- Tekrar size kötülükte bulunsa ne yapardınız?

Sahabeler başlarını önlerine eğdiler, kimseden tek bir ses bile çıkarmadı. Bu sessizlik peygamberin sorusuna karşı “kötülükle karşılık vermesek de iyilikte de bulunmazdık” manasına gelen bir cevaptı. Sonradan içeriye Hz. Ali girdi ve Peygamberimiz bu sorusunu Hz. Ali’ye de sordu. Peygamberimizin tam 7 defa tekrar ettiği bu soruya Hz. Ali her defasında “iyilik ederdim” cevabını verdi. Ashap dedi ki: “Şimdi daha iyi anladık Ey Allah’ın Resulü Ali’yi sevmenin sebebini” dediler. Allah’ın hakkını gasp eden düşmanlarına karşı bir aslan kesilen Hz. Ali, nefsine karşı yapılacak bir haksızlıkta herhangi bir hak talebinde bulunmayıp, şefkat ve merhametle muamelede bulunurdu.           

Hz. Ali Halifelik Dönemi

İlk üç halife; Hz. Ebubekir, Hz. Ömer ve Hz. Osman’a biat eden Hz. Ali, Hz. Osman’ın şehit olmasından sonra hilafet makamına geçerek Raşit halifelerin dördüncüsü olmuştur. Hz. Osman dönemindeki bazı çatlaklar Hz. Ali döneminde zirve noktasına ulaştı. Bundan dolayı hem Hz. Ali, hem de Müslümanlar açısından zorlu bir halifelik dönemi geçirildi. Hz. Osman’ın yumuşak yüzünden ve merhametli kalbinden faydalanan akrabaları devlet kademelerinde birçok makama yerleşmişti. Bu durum halkın Hz. Osman’a karşı tavır almasına sebep oldu. Niyeti kötü bazı şahıslar Hz. Osman’ın içinde bulunduğu zorlu durumu fırsat bilerek halkı hilafet makamına karşı kışkırttı ve fitne ateşini yaktı. Muhalifler Hz. Osman’ın evinin etrafını çevirdi ve halifenin evi 21 gün boyunca muhasara altında kaldı.  Bu süreçte Hz. Ali Hz. Osman’ın yanında yer aldı, ona güzel nasihat ve tavsiyelerde bulundu. Hz. Osman’ı korumaları için iki ciğer paresi Hz. Hasan ve Hz. Hüseyin’i halifenin kapısının önünde bekçi olarak bıraktı. Muhaliflerle uzlaşma sağlanacağı zaman fitnecilerin kışkırtmaları ortamı yeniden alevlendirdi. Hz. Osman Kur’an okurken asilerden birinin indirdiği hançer darbesiyle şehit oldu.

Halifenin şehit edilmesiyle İslam devleti başsız kalmıştı. Bulanık bir ortamın olduğu bu süreçte halife olacak kimsenin yükü de elbette çok ağırdı. Cennetle müjdelenen sahabelerden Zübeyir b. Avvam, Talha b. Ubeydullah, Sad b. Ebi Vakkas bu ağır yükü almaktan kaçınmışlardı. Onların bu tutumundan dolayı bütün ısrarlar Hz. Ali’ye yapılmıştı. Devletin iktidarsız kalması ve insanların ısrarı üzerine Hz. Ali kendini yükümlü hissetti ve hilafet makamına oturmayı kabul etti. Hz. Ali biat için insanların mescide toplanmasını istedi. Hz. Ali Mescidi Nebi’ye geldi ve yanına Talha ile Zübeyir’i çağırdı. Onlara: “İsterseniz siz bana biat edin, isterseniz de ben size biat edeyim” diyerek onlara da hilafet makamını teklif etti fakat Talha ve Zübeyir bu teklifi reddederek Hz. Ali’ye biat etmeyi tercih etmişlerdir.

Hz. Ali halife olduktan sonra ısrarla Hz. Osman’ın katillerinin cezalandırılması istendi. Ama durum sanıldığından daha karışıktı. Hz. Osman’ı öldüren belli bir şahıs olsaydı elbette cezalandırılırdı ama öyle değildi. Hz. Osman’ı kim şehit etti diye sorulduğunda yüzlerce kılıç havaya kalkıyordu. Hz. Osman’ın katili tespit edilemesin diye Muhalifler özellikle birlik halinde hareket edip, dağılmıyorlardı.

Hz. Ali halife olduktan sonra badiyeden gelen insanlar evlerine dönsünler dediğinde birçok kimse döndü fakat Kufe ve Mısır üzerinden gelen muhalifler dönmediler.  Dönerlerse ortam sakinleşecek ve Hz. Osman’ın katili tespit edilip cezası en ağır şekilde verilecekti. Bunu göze alamayan asiler gruplarını dağıtmadılar. Bu durum adaletin tecelli etmesini geciktiriyordu.

 Hz. Osman’ın katillerinin cezalandırılamaması birçok kimsede olduğu gibi Talha ve Zübeyir’in kalbinde de Allah’ın hükmünün uygulanmadığına dair duyguların yer etmesine sebep oldu. Talha ve Zübeyir rahatsız oldukları bu durum karşısında bir grup insanı yanlarına alarak Umre’ye doğru yola çıktılar. Umre ‘ye giderken yarı yolda Hactan dönmekte olan Hz. Aişe ile buluştular ve yaşanılanları anlattılar bunun sonucunda Hz. Ali’ye karşı muhalif bir ordu meydana geldi.

 Hz. Ali’ye karşı oluşan bu ordu Basra’ya giderek orayı ele geçirdi. Hz. Osman’ın katillerinin cezalandırılmamış olması her geçen gün yürekleri daha da dağlamaktaydı. Medine sokaklarında halifenin katilleri bilerek cezalandırmadığına dair söylentiler dolanmaya başladı. Medine’nin içinde bulunduğu hal, Hz. Ali’nin devletin merkezini Kufe’ye taşımasına sebep oldu.

 Hz. Osman’ın katilleri Hz. Ali’nin ordusu içinde kendilerini gizlenmekteydi. Bu durum Hz. Ali’ye karşı cephe alınmasına ve ortamın gerginleşmesine sebep olmaktaydı. Bu muhalif orduya karşı Hz. Ali de ordusunu alarak Basra’ya yakın bir yerde karargâh kurdu. Hz. Ali din ve dava kardeşlerinin kendisine neden böyle bir karşı grup oluşturduklarını merak etmekteydi. Bu sebeple Hz. Ali karşı orduya elçi gönderdi. Gönderdiği elçi diğer orduya isteklerinin ne olduğunu sordu, onlarda: “Hz. Osman’ın katillerinin cezalandırılmasını istiyoruz.” dediler. Gönderilen elçi de: “Vallahi Hz. Ali’de aynısı istiyor” dedi ve hemen dönüp haberi Hz. Ali’ye iletti. İki grupta bu durumundan oldukça memnundu ve anlaşma sağlamak için bir araya gelmeye karar verdiler.  Fakat Hz. Osman’ı katleden grup bu durumdan oldukça endişelendiler. İki grup arasında sağlanacak ittifak, gizlenen fitneci grubun zararına olacaktı. O yüzden kendi aralarında kararlaştırıp iki grubu birbirine düşürmek istediler ve gece olunca bir grup Basra’da Hz. Aişe ve beraberindekilerin üzerine gitti. Yapılan bu baskının Hz. Ali tarafından yapıldığını düşündüler. Aynı şekilde bir grupta Hz. Ali ve beraberindekilerin üzerine gitti ve böylece fitneciler iki Müslüman orduyu birbirine düşürdü ve kıyasıya bir savaş başladı. Savaşın sakinlediği bir ara Hz. Ali Zübeyir’i görünce yanına geldi ve: “Zübeyir hatırlıyor musun? Bir gün seninle karşılıklı oturmuş gülüyorduk yanımıza Allah Resulü geldi. Sen efendimize: “Ben Ali’yi çok seviyorum demiştin o günü hatırladın mı?” Bunun üzerine peygamberimiz sana: “Bir gün gelecek onun karşısında yer alacaksın ve haksız safta olacaksın” demişti hatırladın mı? Zübeyir hatırladı ve o an pişman oldu, yanlış safta olduğunu anladı ve birkaç kişiyle beraber savaştan geri çekildi. Bu savaşın sonunda 10.000 kişi hayatını kaybetti. Hz. Osman’ı katleden grubun fitne ve hilesi din kardeşlerini karşı karşıya getirdi ve birçok kimsenin hayatını kaybetmesine sebep oldu. Bu yaşanan acı olay Hz. Aişe’nin devesinin etrafında gerçekleştiğinden dolayı tarihe “Cemel Vakası” olarak geçti.

Bu fitneden sonra halifeliğin kendilerinden devam etmesi gerektiğini düşünen Hz. Osman’ın akrabaları yeni bir fitne ve ayrılık çıkarmak için Hz. Ali’ye biat etmediler ve insanları Şam Valisi Muaviye’nin etrafında toplamaya başladılar. Böylelikle Hz. Ali’ye karşı yeni bir muhalefet cephesi oluştu.  İki ordu Sıffın bölgesinde karşı karşıya geldi ve yine Müslüman eliyle Müslüman kanı döküldü.  Savaşın sonlarına doğru Amr İbn. As’ın: “Kur’an sayfalarını mızraklara takalım ve onları Allah’ın kitabının hakemliğine çağıralım” fikrini verdiği rivayet edilmektedir. Bu taktiğin sonucunda Hz. Ali: Savaşın sonuna geldik bu tuzağa kanmayalım” dediyse de “Allah’ın kitabına çağrılınca icabet etmeyecek miyiz?” sözlerini söyleyen bir grup, Hz. Ali’yi hakem meselesini kabul etmek zorunda bıraktı.

Hz. Ali’yi temsilen Ebu Musa El- Eşari, Muaviye’yi temsilen Amr İbn. As şeçildi. Yapılacak olan şey Hz. Ali’nin ve Muaviye’nin görevden alınıp yerine Müslümanlar tarafından yeni bir halife seçilip devletin başına geçecekti, böyle anlaşma yapılmıştı. Ebu Musa El- Eşari Hz. Ali’yi halifelikten aldıktan sonra Amr İbn. As sahneye çıktı ve “temsilcisi olduğum Muaviye’yi halife ilan ediyorum” diyerek ortamın tekrardan gerginleşmesine sebep oldu. Bunun yanında Hz. Ali’yi hakem mevzusunu kabul etmeye zorlayanlar bu kez de Hz. Ali’yi hakem olayına dahil olduğu için suçlamaya başladı, hatta onu ve hakem olayındaki kişilerin hepsini kafir ilan ettiler.

İslam uğruna Muaviye’yi, Hz. Ali’yi ve Amr İbn As’ı öldürmeye karar verdiler ve kendi aralarından üç kişiyi suikast için görevlendirdiler. Hz. Ali’yi öldürmek için Abdurrahman bin Mülcem görevlendirildi. Hz. Ali sabah namazına giderken İbn Mülcem pusu kurdu ve Hz. Ali mescitte insanları namaz için uyandırırken zehirli kılıcını başına indirdi. Hz. Ali’nin kılıç darbesiyle başında ağır bir yarık meydana geldi. Hz. Ali’yi evine götürdüler fakat sürekli kan kaybetmekteydi.  O zor halinde yanına oğulları Hasan ve Hüseyin’i çağırdı ve onlara ölüm döşeğinde son kez nasihatte bulundu. Durumu ağırlaşan Hz. Ali 19 veya 21 Ramazan 661 yılında “La İlahe İllallah Muhammedîn Resulullah” diyerek çileli ve sıkıntılı bir hayatı geride bırakıp, gönülden boyun eğdiği, küçücük yaşında iman ettiği, ömrünü yoluna adadığı Rabbine göç etti.

Hz. Ali Sözleri

İlmin kapısı olarak anılan ve iman edenlerin ilklerinden olan Hz. Ali’den hikmetli sözler…

  • Şu beş şey olmasaydı insanların hepsi iyi olurdu:
  1. Cahilliğe razı olmak
  2. Dünyaya aşırı düşkün olmak,
  3. Malının fazlasında cimrilik etmek
  4. Her türlü amellerinde, işlerinde riyakâr olmak
  5. Kendini beğenip, kibirlenmek.
  • Kim ilmi talep ederse cennet de onu talep eder. Kim de günah için çaba gösterirse, cehennem de onun için çabalar.
  • Kişinin kıymeti istek ve arzularının kıymeti kadardır.
  • Kim sözünün de amelleri arasında sayılacağını bilirse az konuşur, sadece kendisini ilgilendiren mühim mevzularda söz söyler.
  • Dünyanın dokunuşu yumuşak ise de zehri öldürücüdür.

 

Hz. Ali’den Öğütler

Hz. Ali’den hayata dair güzel bir nasihat:

  • Dünya arkasını dönmüş gidiyor. Ahiret ise yüzünü dönmüş geliyor. Her birinin kendine has evlâtları vardır. Siz ahiretin evlâtları olun, dünyanın evlâtlarından olmayın! Bugün amel işleme günüdür, hesap yoktur. Yarın ise hesap vardır, amel işleme imkânı yoktur.

Hz. Ali Kılıcı

Hz. Ali’nin meşhur kılıcı Arapça da “sahiplik” manasını karşılayan “zu” eki ile “boğum” anlamına gelen “fekar” kelimelerinin bir araya gelmesiyle “Zülfikar” adını almıştır. Türkçemize “Zülfikar” olarak geçen Hz. Ali’nin kılıcı iki ucu çatal şeklinde, boyu yedi karış ve eni bir karıştır.

Bedir savaşında öldürülen As b. Münebbih’e ait olduğu rivayet edilmektedir. Zülfikar’ın Hz. Ali’ye ne zaman verildiği tam bilinmemekle beraber Uhud savaşında gösterdiği cesaret ve kahramanlıktan dolayı peygamberimiz tarafından Hz. Ali’ye hediye edildiği kabul edilmektedir. Hatta Peygamberimiz Zülfikar’ı Hz. Ali’ye verirken: “Lâ fetâ illâ Alî, lâ seyfe illâ zülfikār, Ali gibi yiğit, Zülfikar gibi kılıç yoktur” sözlerini sarf etmiştir.

Zülfikar Hz. Ali’nin vefatından sonra oğlu Hasan ve Hüseyin’e geçmiştir. Zülfikar Osmanlı’nın sanatını da etkilemiştir. Osmanlı’da giyilen tılsımlı gömlekler ve Hz. Ali ile ilgili levhalarda Zülfikar motifi kullanılmıştır. Bazı mezar taşlarının üzerinde de yine Zülfikar motiflerine rastlanmaktadır.

Hz. Ali ile İlgili Ayetler

Hz. Ali hakkında nazil olan ayetlerden bazıları şunlardır:

  • Bir gün Hz. Ali (r.a), Abbas (r.a) ve Abbas b. Şeybe(r.a) yaptıkları güzel işlerle övünüyorlardı. Hz. Talha: “Ben Kabe’nin sahibiyim çünkü anahtarı benim elimde” Bunun üzerine Abbas (r.a): “Hacılara su dağıtmakla görevli olan benim onunla ben ilgilenirim” dedi. Hz. Ali de: “Ben insanlardan 6 ay kadar önce namaz kıldım ve Allah yolunda cihad etmekteyim” dedi. Bu olayın üzerine Tevbe Suresi 19-20 ayetleri nazil oldu.

“Siz hacılara su dağıtmayı ve Mescid-i Haram’ın bakım ve onarımını, Allah’a ve âhiret gününe iman edip Allah yolunda cihad eden kimse (lerin amelleri) gibi mi tuttunuz? Bunlar Allah katında eşit olmazlar. Allah, zalim topluluğu doğru yola erdirmez. İman edip hicret eden ve Allah yolunda mallarıyla, canlarıyla cihad eden kimselerin mertebeleri, Allah katında daha üstündür. İşte onlar, başarıya erenlerin ta kendileridir.”

 

  • Ali’nin yanında bulunan 4 dirhemin birini gece, birini gündüz, birini açık ve bir diğerini de gizli bir şekilde sadaka vermesi üzerine Bakara suresi 274. ayet nazil oldu.

“Mallarını gece gündüz; gizli ve açık Allah yolunda harcayanlar var ya, onların Rableri katında mükâfatları vardır. Onlara korku yoktur.

Onlar mahzun da olacak değillerdir.”

Hz. Ali ile İlgili Hadisler

Peygamber efendimizin Hz. Ali’ye hitaben söylediği sözlerinden bazıları şunlardır:

  • Ali ilmin kapısıdır ve benden sonra, Allah’tan getirdiğimi ümmetime beyan edendir. Onu sevmek imandır, ama buğz etmek nifaktır ve kendisine bakmak şefkattir. (Ebû Zer r.a.)
  • Ey Ali, tevhidi muhafaza et, çünkü o benim sermayemdir. Amele sarıl, çünkü o benim mesleğimdir. Namazı dosdoğru kıl, çünkü o benim gözümün nurudur. Allah’ı zikret, çünkü o benim kalp gözümdür. İlmi kullan, çünkü o benim mirasımdır. (Fahreddin Râzî, Mefâtihu’l-Gayb, trc. Suat Yıldırım ve dğr.), II, 297
  • Ben kimin dostu (mevlâsı) isem, Ali de onun dostudur. (Tirmizî, Menâkıb, 19/3713)
  • Kardeşlerimin en hayırlısı Ali’dir. Amcalarımın da en hayırlısı Hamza’dır. (Abbas bin Rebia)

Hz. Ali Hakkında Merak Edilen Sorular

Hz. Ali kimdir? Evliliği ve hayatı hakkında merak edilenler…

Hz. Ali Kimdir ve Kısaca Hayatı Nasıldır?

  • Peygamberimizin amcaoğlu ve iman edenlerin ilklerindendir.
  • Ali fiziksel olarak; ortaya yakın kısa boylu, esmer tenli, siyah ve iri gözlere sahip, sakalı sık ve yüzü geniş olup güldüğü zaman dişleri görünürdü.
  • 10 yaşında İslam ile şereflendi.
  • Çocukluk ve gençliğini peygamberin yanında geçirdi ve sonrasında da hep peygamber yolunun takipçisi oldu.
  • Ahmed b. Hanbeli’n aktardığına göre sahabe içerisinden Resulullah hakkında en fazla rivayette bulunan kişi Hz. Ali’dir.
  • Savaşlardaki cesaret ve kahramanlığı ile bilinir.
  • İlmi açıdan yüksek bir mevkie sahiptir bundan dolayı peygamberimiz Hz. Ali için “İlmin Kapısı” demiştir.
  • Sadık ve fedakâr bir dava arkadaşı olan Hz. Ali hicret esnasında Efendimiz’in yatağına yatarak ölümü bile göze almaktan çekinmemiştir.
  • Cennetle müjdelenen sahabeler arasında yer almaktadır.
  • Genellikle savaşların çoğunda sancağı Hz. Ali tutmuştur.
  • Peygamberimizin en kıymetlisi, can paresi Hz. Fatıma ile evlenerek peygamberimizin damadı olmuştur.
  • İslam Devletinin 4. halifesidir.
  • İlk üç halifeye göre siyasi olayların çok olduğu ve fitnecilerin Müslümanları birbirine düşürmeye çalıştığı zorlu bir halifelik dönemi geçirmiştir.
  • Kendisini öldürmek için görevlendirilen Harici bir suikastçının indirdiği zehirli kılıç darbesiyle gözlerini dünyaya kapadı.

Hz. Ali Hangi Savaşta Öldü? (Vefat Etti)

Hz. Ali sabah namazında kendisine pusu kuran harici bir suikastçı tarafından şehit edildi.

Hz. Ali Hz. Muhammed’in Damadı Mı?

Hz. Ali Hicretin 2.yılı, Zilhicce ayında Bedir savaşı sonrası Hz. Fatıma ile evlenerek peygamber efendimizin damadı olmuştur.

Hz. Ali’nin Künyesi Nedir?

Hz. Ali’nin künyeleri şunlardır:

  • Ebu’l Hasan (Hasan’ın Babası)
  • Ebu Turab (Toprağın Babası)

Hz. Ali'yi Kim Öldürdü?

Hz. Ali’yi kendisini küfürle itham eden hariciler diye adlanlandırılan bir grup tarafından seçilen Abdurrahman İbn Mülcem adındaki bir harici şehit etmiştir. Bugün Necef diye bilinen Kufe’ye defnedildiği rivayet edilmektedir.

Hz. Ali ‘nin İsimleri Nelerdir?

Hz. Ali cesaretinden, ilminden vb. güzel özelliklerinden dolayı birçok isim ve lakapla anılmıştır. Bunlardan bazıları:

  • Esedullah
  • Kerremallahu Veche
  • Haydar-ı Kerrar
  • Aliyyu’l Murtaza

Hz. Ali Kiminle Evlendi?

Hz. Ali Peygamber Efendimizin kızı Hz. Fatıma ile evlendi ve peygamberimizin soyu bu evlilikten devam etti.

Gönüllü Olun İletişime Geçin Furkan TV