Whatsapp İletişim Hattı
Menü

Mekke’nin Fethi Tarihi Ve Ne Zaman Gerçekleşmiştir?

 İslam tarihine damga vurmuş bir hadise olamakla hafızalarda geniş yer tutan, yeryüzünde tevhidin sembolü ilk mâbed olan Kâbe’nin bulunduğu şehir Mekke ve Mekke'nin Fethini konu alan yazımız sizlerle...

01 May 2025
Mekke’nin Fethi Tarihi Ve Ne Zaman Gerçekleşmiştir?

Mekke'nin fethi, İslam tarihine damga vurmuş bir hadise olmakla hafızalarda geniş yer tutmaktadır.

Mekke, yeryüzünde tevhidin sembolü ilk mâbed olan Kâbe’nin bulunduğu şehir. O Kâbe ki, "çok mübarek ve âlemlere hidâyet olan Beyt'tir." İlk insan ve ilk peygamber Hz. Âdem (a.s.), onu hidayet vesilesi olaması gaye için inşa etmişti. Zamanla bu bina gözden kaybolacak vaziyete gelmiş fakat temelleri sabit kalmıştı. Hz. İbrahim, Allah'ın emiriyle, oğlu Hz. İsmail ile beraber, bu temel üzerine Kâbe’yi yeniden inşa etmişler ve Kâbe "tevhid" inancının yeniden sembolü olmuştu.

Ancak, yeryüzünün bu en şerefli ve en faziletli binası, tevhid inancından uzak yaşayan, hatta bu inancı var güçleriyle ortadan kaldırmaya müntesiplerini yok etmeye çalışan Kureyş müşriklerinin elinde bulunuyordu. Bina ediliş gayesinin tam aksine, içi putlar ve resimlerle dolu duruyordu.

Tevhid inancının ve bu inancın temsilcisi olan Müslümanların düşmanları olan müşrikler, burada her türlü rezaleti yapmaktaydılar.

Gayretullah'a dokunan, Hz. Âdem ile Hz. İbrahim'in ruhaniyetlerini rencide etme teşebbüsünde bulunan ve bütün Müslümanların kalp ve vicdanlarını derinden acıtan bu durumun bir an önce ortadan kaldırılması lazımdı. Bu mübarek mabedin ve bu mabedin içinde bulunan Mekke'nin bir an evvel müşriklerin necis ellerinden kurtarılması gerekiyordu. Hz. Peygamber bunu düşünüyor, bu maksadının tecellisi için bir yol arıyordu. Uzun süre imkanlar ve şartlar buna elvermemişti; çünkü, Müslümanlar henüz az ve zayıf bir durumda bulunuyorlardı. Müslümanların mevcut gücüyle bunu yapmak oldukça zordu. Ayrıca Medine'nin her an düşman taarruzuna uğraması da muhtemeldi.

Bu gayenin gerçekleşmesi için İslam'ın güçlenmesi, Müslümanların çoğalması, güç ve kuvvet kazanması gerekiyordu; aksi takdirde, bu yoldaki bir teşebbüs yarım kalabilirdi.

Herhangi bir işe teşebbüs edildiğinde, zamanı ve zemini değerlendirmeyi çok iyi bilen Peygamber Efendimiz, bu gayesinin tahakkuku için Cenâbı Hakk'ın müsait şartlar ihsan etmesini sabırla bekliyordu.

Nihayet, Hicret'in 8. yılında İslâm olanca haşmetiyle etrafa yayılmıştı. Bir taraftan İslâm'ın en amansız düşmanlarından biri olan Hayber ve civar Yahudileri tabiiyet altına alınmış, bir taraftan en büyük bir fetih ve zafer olan Hudeybiye Anlaşması yapılmış ve yine bir başka taraftan o zamanın süper güç olarak nitelenen Bizans İmparatorluğuna Mute Harbiyle gözdağı verilmişti.

Bütün bunlar, İslam'ın ve Müslümanların önüne geçilmesi meşakatli, büyük bir kuvvet halini almış olduğunu ortaya koyuyordu.

Artık bu ulvi ve mukaddes gayenin tahakkuk zamanı gelmiş ve gerekli imkânları Cenabı Hakk ihsan buyurmuştu.

Allah Rasulunün, Mekke’ye hangi tarihte girdiği konusunda farklı rivayetler bulunmakla birlikte fethin 20 Ramazan de gerçekleştiği genel olarak kabul edilmektedir.

Mekke Ne Zaman Fethedildi?

Mekke'nin Fethi, Hicretin sekizinci yılı, Rama­zan ayı içinde olmuştur.

Mekke’nin Fethi Nedenleri?

Kalplerimizin en ince noktasına nüfuz eden, gönlümüzden geçen her arzuyu bilip cevap veren Rabbimiz teala, Sevgili Resulünün de kalbinden geçen bu ulvi arzuyu biliyordu. Zaten ona bu gayesinin gerçekleşeceğini daha iki sene öncesinden bildirmiş, müjdelemişti.

Resulullah sallallahu aleyhi ve sellem Mekke fethine çıkmadan Ramazan ayında Ebu Katâde'yi Seriyye komutanı olarak Batnu Idem'e gönderdi. Bu seriyyenin gayesi, Hz. Peygamber sallallahu aleyhi ve sellemin Mekke fethi için harekete geçirdiği ordunun istikametini düşmanlara ters göstermek ve savaşa gidildiğini Kamufle etmekti. Nitekim bu seriyye ile karşılaşanlar, Hz. Peygamber sallallahu aleyhi ve sellemin o tarafa gideceğini sanmışlardı; halbuki o sırada Rasulullah Mekke yolundaydı.

Rabbimiz Teala, bir sebebi vesile kıldı: Hudeybiye Sulh Anlaşmasının bir maddesi, Kureyş'in dışında kalan kabilelere istediği tarafın himayesine girebilme hakkını tanıyordu. Bu haktan istifadeyle, antlaşma yapıldığı sırada Huzaa Kabîlesi, Allah Rasulü'nün ahd ve emanına girerek Müslümanlar tarafında yer almış, Benî Bekir Kabîlesi ise müşriklerin himayesini kabul ederek onların tarafını tutmuştu.

Bu iki kabile arasında uzun zamandan beri süre gelen bir düşmanlık, bir husumet vardı. Düşmanlık neticesidir ki, eskiden beri Peygamberimizin dedesi Abdûlmuttâlib ile anlaşmalı ve müttefik bulunan Huzaa kabilesi, Resulü Ekrem'in safında yer alınca, Benî Bekirler de müşriklerin himayesine girmişlerdi.

Nübüvvet nurunun Mekke'de parlamasına kadar birbirlerine düşman olan bu iki kabile, bu nur sayesinde az da olsa birbirlerinden kanlı ellerini çekiyor ve bu çekiş Hudeybiye Sulhune kadar devam ediyordu. Ancak bu sulh sürecinde tekrar birbirlerini rahatsız etmeye başlıyorlardı. Bahaneler arayarak hadise çıkarma yoluna gidiyorlardı. Benî Bekir Kabilesinden biri, bir şiirle Hz. Resûlullah'ı hicv ve tahkire yeltenir. Huzaa kabilesinden bir genç buna tahammül edemez ve adamı yaralar. Durumu öğrenen Bekir Oğulları, bunu Huzaa kabilesine saldırmak için bir sebep sayarlar. Kureyş müşriklerinden de yardım alan Benî Bekir, her şeyden habersiz, Vetir denilen suyun başında ikamet eden ve böyle bir saldırıdan Hudeybiye Sulh Anlaşması gereğince emin bulunan Huzaanın üzerine ansızın saldırırlar; hazırlıklı bulunmayan Huzaa, Mekke'nin içine kadar kovalarlar, Harem'de bile adamlarını öldürmekten çekinmezler. Neticede, çarpışma, Huzaa kabilesinden 23 kişinin öldürülmesiyle son bulur.

Çarpışmada müşrikler, Benî Bekire at, silah gibi yardımlarla yetinmemiş, ileri gelenlerinden birçoğu da bilfiil çarpışmaya katılmıştı. Fakat bunu Peygamber Efendimizden korkarak, gizli yapmışlardı. Ancak Huzaalılar, bunları tanımışlardı.

Kureyşli müşrikler, bu hareketleriyle birlikte Hudeybiye Anlaşmasını resmen ihlâl etmiş oluyorlardı; fakat bunun Peygamberimiz tarafından bilinmesinden son derece endişe duyuyor, hattâ korkuyorlardı. Nitekim Rasulullah o güne kadar, Müslümanlara yapılan hiçbir ihaneti cezasız bırakmamıştı.

Aradan sâdece üç gün geçmişti.

Huzaa kabilesinden Amr bin Salim, beraberinde kabilesinden kırk kişiyle Medine'ye gelerek, durumu olduğu gibi Hz. Peygamber Efendimize arzetti ve yardım talebinde bulundu.

Hz. Peygamber, hadiseden fazlasıyla rahatsız oldu ve Huzaadan gelen heyeti, kendilerine mutlaka yardım edecekleri vaadiyle yurtlarına geri gönderdi.

Kureyş müşrikleri, Benî Bekire yardım etmekle kendileri için son derece tehlikeli bir pozisyon hazırlamışlardır. Giriştikleri hareketin istenmeyen neticeler doğuracağını sonradan fark ettiler, ama artık iş işten geçmişti!

Rabbimiz teala, bu olayı, Mekke kapılarının Müslümanlara açılmasına, Kâbei Muazzama'da tekrar tevhid bayrağının dalgalanmasına zahiri sebep kıldı.

Mekke’nin Fethi Sonuçları

Mekkenin Fethinden sonra Mescid-i Haram’a giden Hz. Peygamber (sav), Kâbe’yi tavafın ardından yaptığı konuşmada Mekke’nin harem olduğunu ve bu statüsünün devam edeceğini söyleyip, vurguladı; Mekkeliler’e verilen eman neticesinde umumi af ilan edildiğini belirtti. Mescid-i Harâm’a, daha önce belirtilmiş olan kişilerin evlerine ve kendi evine sığınanlarla silahlarını bırakanların emniyette olduğunu, esir alınanların öldürülmeyeceğini ve hiç kimsenin sürülmeyeceğini bildirdi. “Demi heder edilenler” diye anılan ve Hz. Peygamber ve Müslümanlara karşı düşmanlıklarıyla bilinen on kadar kişi umumi affın dışında bırakıldı. Bunlardan yakalanan birkaçı öldürülmüş, İkrime bin Ebû Cehil gibilerinin bir kısmı ise Mekke’den kaçmış, bir kısmı da sonradan affedilmiştir.

Kabe ve çevresi şirkten temizlendikten sonra Kabe’nin içinde iki rek‘at namaz kılan Hz. Peygamber, Bilâl-i Habeşî’ye Kabe’nin damına çıkarak ezan okumasını emretti. (Buhârî, “Ṣalât”, 30). Mekkeliler, Hz. Peygamber’e biat edip Müslüman oldular. Kendilerine esir muamelesi edilmeyerek serbest bırakılan bu kişilere “tuleka” denilmiştir (Lisânü’l-ʿArab, “tlḳ” md.; Taberî, Târîḫ, III, 61; İbn Kesîr, Tefsîrü’l-Ḳurʾân, II, 338).

Hz. Peygamber sallallahu aleyhi ve sellem fetih konuşmasında ayrıca hac ve Mekke idaresiyle ilgili hicabe ve sikaye dışındaki bütün görevleri ilga ettiğini bildirdi. Bir süre Hz. Peygamber (sav)’in uhdesinde kalan iki görev, esasları yeniden belirlendikten sonra Câhiliye döneminde aynı görevleri yürütmüş olan Osman b. Talha’ya ve Hz. Abbas’a devredildi. Attâb b. Esîd Mekke valiliğine, Saîd b. Saîd çarşıyı kontrol görevine getirilirken Muâz b. Cebel yeni İslam'a giren Mekkeliler’e Kur’an’ı ve dinî esasları öğretmekle vazifelendirildi.

Hicretten sonra Mekke ile Medine arasında başlayan düşmanlık sona ermiştir. Hicaz’da İslam’ın üstünlüğü tesis edilmişti. Nasr sûresine ad olan “nasr” (yardım) kelimesinin bütün Araplar’a üstün gelmeye, aynı sûredeki “feth” kelimesinin de Mekke’nin fethine işaret ettiği ileri sürülmüştür. Feth kelimesinin “açmak” şeklindeki anlamından hareketle İbn Abbas Mekke’nin fethine “fethu’l-fütûh” adını vermiştir. Çünkü buradaki fetih sadece düşman elindeki bir şehrin alınmasından ibaret olmayıp Mescid-i Harâm’ın kontrolü ve Kâbe’nin fethi anlamına da gelmekte, aynı zamanda kalplerin Allah’ın dinine, İslâm kapısının bütün insanlığa açılışını ifade etmektedir. Bu sebeple Mekke’nin fethedilmesi İslâm fetihlerinin başlangıcı kabul edilmiştir (Elmalılı, IX, 6236-6237).

Mekke’nin Fethi Önemi  

Mekke’nin Fethi, birçok bakımdan İslam Tarihinde büyük bir öneme sahiptir. Hz. Peygamber, Ordusuna Mekke’ye girme emrini verirken, kendileriyle çarpışmadıkça hiç kimse ile çarpışmamalarını da tenbih etmişti.

İslâm ordusu şehrin giriş ve çıkış yerlerini tutmuş, şehir merkezine doğru harekete geçerken münâdîler de her yanda şunu haykırmaktaydılar: "Silahını terk eden, evine kapanan, Kâbe’nin avlusuna veya Ebû Süfyan’ın evine sığınan herkes emniyet içerisinde olacaktır." Bu hem bir savaş stratejisi hem de mümkün olduğunca kan dökmemeyi temin için alınmış bir karardı. Peygamber Efendimiz, "Yaralı öldürülmeyecek, kaçıp giden takip edilmeyecek, esir alınan öldürülmeyecektir" buyurmuş ve savaşanlar dışında bütün Mekke halkına can, mal ve çoluk çocuklarına dokunulmamak üzere eman vermiştir.

İslam ordusu Mekke’ye dört koldan girdi. Halid b. Velid'in ordusu hariç, diğer üç komutanın ordusu Mekke’ye kan dökmeden girmeye muvaffak olmuştur.  Bir çetenin saldırısına uğrayan Halid bin Velid bu çeteye karşı çarpışmak zorunda kalmıştı. Çatışmada iki müslüman şehid düşmüş, 13 müşrik öldürülmüştü.

Rasulullah Mekke’ye girdikten sonra Kâbe’yi ziyaret ederek orada bulunan kalabalığa kısa bir hutbe irad etti.

Rasulü Ekrem bundan sonra cemaate şöyle bir göz atmış, İslâmiyeti imha için her hareketin başına geçen mağrur kureyş büyüklerinin orada bulunduklarını görmüştü. Bu adamların dilleri Peygamber Efendimize en çirkin tacizde bulunmuş, kılıçları ve okları ona karşı kullanılmış, elleri onun yoluna diken sermişti.

Peygamber Efendimiz sallallahu aleyhi ve sellem Cuma günü Fetih Sûresi’ni okuyarak Mekke’ye girdi. Mekkeli müşrikler, bastırılan birkaç ferdi olay dışında İslâm ordusuna karşı koymaya cesaret gösteremedi. O zamanın İslam düşmanları, Müslümanlara karşı konulamayacak güce eriştiğine ve onları asla yenemeyeceklerine inanmışlar; Müslümanlar karşısında mağlubiyet psikolojisine esir olmuşlardı. Tıpkı bu zaman Müslümanların Batı karşısındaki mağlubiyet psikolojisine esir olmaları gibi.

Peygamber Efendimiz sallallahu aleyhi ve sellem, Kabe’ye yönelmiş Kâbe’deki putları “Hak geldi, bâtıl zâil oldu. Şüphesiz ki bâtıl, yok olmaya mahkûmdur” ayetini okuyarak yerle bir etti. Bu aslında Allah-u Teâlâ’dan başka ibadet edilecek hiçbir ilahın olamayacağının, Allah-u Teâlâ’nın otoritesinden başka hiçbir otoritenin kabul edilemeyeceğinin ve hak geldiği zaman bâtılın yok olacağının ilanıydı. Rasulullah sadece heykelleri değil, Kâbe içine yapılmış olan bütün resimleri de imha etti. Böylece resim ve heykelciliğe son vermiş oldu.

Mekke halkı bölük bölük İslamlaşıyordu. Bir zamanlar Mekke sokaklarında müşriklerin işkencesine maruz kalan Bilâî-İ Habeşi de dö­nüp gelmiş. Mübarek Kâbe’nin damına çıkmış, yüce sesiyle haykı­rıyor:

"Allahu Ekber- Allahu Ekber."

Bu ses idi işkence kırbaçları altında "Birdir, birdir, birdir... Al­lah" diye fısıldayan. Şimdi ise Kâbe üzerinden dalga dalga göklere, yeryüzüne yayılıyor: "Lâ ilahe illallah, Muhammedün Re­sûlullah" diye. Ve herkes onu saygıyla dinliyor. Dik­kat edin, bu ikinci bir örneği olmayan tek gerçektir. O İslâm'dır. İn­san ise ne ahmak ve cahidir ki: islâm'dan başkası uğrunda mü­cadeleye fedakârlık ve kahramanlığa yeltendiği zaman, sadece vehmiyle asılsız ve boyutsuz boş dâva ile uğraştığını bile anlamıyor.

İlk İslâm devletinin kuruluşunun 8'inci yılında yalnızca Mekke fethedilmemişti. İslâm devleti güçlenmiş, yeni fetihlerin önü açılmıştı. Peygamber Efendimiz, İslâm devletini kurduğu 622 tarihinden vefat ettiği 632 tarihine kadar geçen on yıllık kısa sürede sınırları Arabistan yarımadasının tamamına ulaşan, 3 milyon km² yüzölçümüne sahip büyük bir devlet bırakarak, şereflendirdiği dünyayı terk etmişti.

Hendek Savaşı Hakkında Merak Edilenler

Mekke Fethinin tarihi? Ne zaman gerçekleşti? Kimler hakkında ölüm emri verildi? gibi merak edilen soruların cevaplarını bulalım...

Mekke’nin Fethinde Neler Olmuştur?

İslam Ordusu, müşriklerin elinde olan Kâbe’yi putlar ve resimlerden temizlemişlerdir. Fetihten sonra Mekkeliler esir durum olmalarına rağmen hiç kimse Müslüman olmaya zorlanmadı. Dileyen oldu dilemeyen olmadı. Osman b. Talha Müslüman olmamasına rağmen Hz. Peygamber, Kâbe’nin anahtarlarını ona teslim etti. Bu samimiyeti gören Osman b. Talha İslam ile şereflendi.

Mekke’nin Fethi Hangi Gündür?

Hz. Peygamber, cuma günü Fetih Suresi’ni okuyarak Mekke’ye girdi. Mekke'nin fethi cuma günü gerçekleşmiştir.

Mekke’nin Fethi Tarihi 1 Ocak Mı?

Mekke Hicri olarak 20 Ramazan gününde fethedildi. Lakin Miladi olarak 31 Aralık gününde kutlanıyor. Peki Mekke'nin Fethi 1 Ocak 20 Ramazan mı?

Mekke’nin Fethi Ne Zaman Olmuştur?

Mekke'nin fethi, tarihi kaynaklara göre; (İbn İshâk, İbn Hişâm, Belâzûrî, Vâkıdî, İbn Esir, İbn Kesir, Taberî gibi pek çok tarihçinin ittifakla verdiği tarih) Hicrî takvime göre 20 Ramazan 8'de (Hicretin 8. yılı) gerçekleşmiştir. Bu Hicri tarih Milâdî takvime uyarlanınca 11 Ocak 630 tarihi elde edilmiştir.

Mekke’nin Fethi’nde Affedilmeyen 17 Kişi Kimdir?

Mekke   fethi esnasında, Hz. Peygamber (a.s) “Saldırıya uğramadıkça, sakın saldırmayın. Fakat şu on bir erkek ile altı kadını nerede bulursanız öldürün. Başka kimseye dokunmayın.”

Peygamberimizin İslâmî yaymaya çalıştığı ilk günlerde ona şair, sihirbaz, mecnun diyenler, kapısına pislik atanlar, hakaret ederek kötü söz söyleyenler, Müslümanlara kendi şehirlerinde üç yıl (H.7-10 yıllan arası) sürgün hayatı yaşatarak açlığa ve ölüme mahkûm edenler, onlara dayanılmaz eza ve cefa yapanlar hatta onları öldürenler onlardı.

 Abduluzza b. Hatal, Mikyas b. Subabe, Haris b. Tulatıla, Huveyris b. Nukayzi

Ölüm fermanı çıkan erkeklerden sa­dece bu sayılanlar öldürüldü.

Habbar b. Esved, Abdullah b. Sa’d, Safvan b. Ümeyye, Abdullah b. Ziba’ra, Ka’b b. Züheyr, Vahşi b. Harb, İkrime b. Ebu Cehil

Bunlar, haklarında ölüm fermanı çıkan erkeklerdi. Bir de aynı durumdaki kadınlar vardı.

Sare, Ümmü Sa’d,  Erneb

Kadınlar   arasında   da   bunlar öldürülmüştü.

Fertane,Hind b. Utbe

Gönüllü Olun İletişime Geçin Furkan TV