Sabra ve Şatilla Katliamı – Unutulmayan Katliamın Fotoğrafları
Sabra ve Şatilla katliamı hiçbirimizin hafızalarından silinmeyen Ariel Şaron öndeliğinde Siyonist İsrail rejimi ve Hristiyan Falanjist milisler tarafından insanlık tarihine kara bir leke olarak geçti.

Sabra ve Şatilla Katliamı – Unutulmayan Katliamın Fotoğrafları
Sabra ve Şatilla katliamı hiçbirimizin hafızalarından silinmeyen Ariel Şaron öndeliğinde Siyonist İsrail rejimi ve Hristiyan Falanjist milisler tarafından insanlık tarihine kara bir leke olarak geçti.
Lübnan'ın başkenti Beyrut’da Filistinli mültecilerin kaldığı Sabra ve Şatilla kamplarında 39 yıl önce İsrail ordusunun desteğiyle Hristiyan Falanjist milislerin düzenlediği ve 3 binden fazla sivilin insanın hayatının kaybetmesine yol açtığı katliamın izleri hafızalardan silinmiyor.
Sabra ve Şatilla Katliamı Nedir?
Takvimler Sabra ve Şatilla katliamından sadece iki gün öncesini görterdiği 14 Eylül'de Başkent Beyrut şiddetli bir patlama ile sarsıldı. Lübnanlı Hristiyan Ketaib Partisi lideri Beşir Cemayel'in Cumhurbaşkanı seçilmesinden kısa süre sonra bu patlama ile beraber uğradığı suikast sonucu hayatını kaybetti. Bu durumu gerekçe gösteren Hristiyan Falanjist milisler, 16 Eylül 1982'de İsrail ordusunun gözetiminde Sabra ve Şatilla mülteci kamplarına saldırı başlattı.
Siyonist rejimin Savunma Bakanı Arial Şaron ise patlamadan sonra Beyrut'un batısını işgal etti. Beyrut havalimanı ile kent merkezi arasındaki Filistin mülteci kamplarında Filistin Kurtuluş Örgütü üyelerinin gizlendiğini ileri sürdü. Filistinlilerin, Lübnan'a mülteci olarak gelmesiyle Haçlılarla aynı soydan oldukarını hatırlatan Falanjist Hristiyanlar milisler, sivillerin yaşam sürdüğü kampları bastı.
Ariel Şaron'un süreci yönettiği üç gün süren saldırıda, Lübnan'ı işgal eden İsrail ordusu ile Hristiyan Falanjist milislerin, 16 Eylül 1982'de akşam saatlerinden itibaren katliama başladı. ABD, İngiltere, Fransa gibi devletlerin “koruması altındaki” göçmenlerin yaşadığı Sabra ve Şatilla kamplarını kuşattı. Bu kuşatma yaklaşık 40 saat sürdü. 3 binden fazla savunmasız sivil Filistinli mülteci katledildi. Çoğunluğu yaşlı, kadın ve çocuklardan oluşan Filistinli mülteciler, milislerin kullandığı ağır silah ve bombaların yanı sıra balta ve kesici aletlerle vahşice öldürüldü. Bu kanlı katliamda Filistinlilerin yanı sıra Lübnanlılar da katledildi. Katliamın ardından Birleşmiş Milletler 16 Aralık 1982'de yaşanan olayları kınayarak "bunun bir soykırım olduğunu" ilan etmişti. Fakat katliama dair hiçbir yargılama ve ceza işlemi gerçekleşmedi. Bu da batının iki yüzlü oluşunu bir kez daha gözler önüne seriyor.
Siyonist rejim, İsrailli askerlerin can kaybını önlemek amacıyla Lübnanlı Falanjist milisleri bu kamplarda bulunanların üzerine sürdü.
Sabra ve Şatilla katliamları olarak anılan bu olaylardan sonra Şaron'a olan nefret daha da artmış oldu.
1982'de Lübnan'ın işgal edilmesiyle ilgili kurulan özel bir komisyonun, İsrail ordusunu suçlu bulunca Savunma Bakanı Ariel Şaron da istifa etti. Siyasete bir süre ara verdikten sonra güçlenerek döndü ve başbakan oldu. İsrail kaynaklı bir komisyon tarafından soruşturma yürütüldü. 2001'de Başbakan olduğu dönemde Belçika'da başlatılan adli süreç sırasında gergin günler geçiren Ariel Şaron, 2005 Aralık ayında geçirdiği beyin kanamasının ardından girdiği komadan bir daha çıkamadı. 11 Ocak 2006'da acınası bir şekilde öldü.
Lübnan'ın başkenti olan Beyrut'un batısında yaklaşık bir kilometrekareye sıkışmış olan Sabra ve Şatilla kampları, resmi olmayan verilere göre 12 bin Filistinli mülteciye ev sahipliği yapmaktadır.
Sabra ve Şatilla Katliamı Niçin ve Kimler Tarafından Yapıldı
Siyonist İsrail, 1948'de Filistin topraklarını işgal etmiş. 1952 yılına gelindiğinde ise işgal ettiği topraklarda bağımsızlığını ilan ederek ev sahibi olan Filistin halkını ikinci sınıf insan muamelesine maruz bırakmıştır. Her gün bir yenisini eklediği katliamlarına aralıksız ve dur duraksız kurulduğu günden beri devam etmektedir.
Filistin halkı tarihe geçmekte olan örnek alınası bir mücadele ruhu sergilemekte. Bununla beraber zulümden yılıp çevre ülkelere hicret etmek zorunda kalan insanlar da azımsanmayacak çoğunlukta olmuştur. Hiç şüphesiz bu ülkelerden biri kendilerine komşu olan Lübnan'dır. Filistinli mülteciler kitleler halinde Lübnan’a gelmek zorunda kalırlar. Bu durum Lübnan'da büyük ölçüde mülteci krizine yol açmakla birlikte Lübnan’ın toplumsal yapısı üzerine büyük bir yük bindirir, hem de Lübnan’ı İsrail ile sürekli savaş haline sürükler. Filistinlilerle birlikte Filistin Kurtuluş Örgüt ve savaşçılar da Lübnan’a gelmiştir. Ülkede etnik ve dinsel farklılıkların çok olması çatışma ortamının oluşmasına da bir yandan zemin hazırlamıştır. Filistinlerin ülkeye gelmesiyle Müslüman çoğunluktan rahatsız olan Hristiyan Falanjistler ve diğer etnik gruplar dini çatışma ortamını arttırmışlardır. Bütün halk Arap olmamasına rağmen dinsel ve mezhepsel ayrım emperyalizm tarafından kışkırtılmış ve beslenmiştir.
1967 tarihinde gerçekleşen Arap-İsrail savaşları bu işgalin daha da genişlemesine neden oldu. 1975-89 yılları arası Lübnan'da iç savaşın yaşandığı, kaosun hüküm sürdüğü karışık bir zaman dilimdir. Savaşın nedenlerinden biri: İsrail tarafından yurtlarından çıkarılan Filistinlilerin Lübnan'a sığınmasıdır.
Lübnan'a sığınan Filistinliler, özellikle, tarihe ''Kara Eylül'' olarak geçmiş olan, Kral Hüseyin'in 1970'te Filistin Kurtuluş Örgütü (FKÖ)'nün Ürdün'den çıkarılmasıyla, Lübnan'a sığınmak zorunda kaldılar. Bu olaydan sonra Lübnan, Filistinliler için bir karargâh haline geldi.
Bu gelişmelerden rahatsız olan Lübnan'ın aşırı Hristiyan grubu Falanjistler, Müslümanlara karşı İsrail ile iş birliğine gittiler. Sabra ve Şatilla katliamı öncesinde, 6 Haziran 1982 tarihinde Siyonist İsrail güçleri Lübnan'a girdi. Gerçeklerin ardına gizlemiş oldukları amacı; Filistin Kurtuluş Örgütünü bölgeden sürmekti. İşgal etmiş olduğu Filistin bölgesinde hadlerini aşan tavırları yetmiyormuş gibi komşu Lübnan'a da müdahaleye etmekte çekinmiyorlardı.
İsrail’in Lübnan’ı işgal etmesi üzerine uzlaşılan anlaşma gereği 1982 Ağustos’unda FKÖ Lübnan’ı çok buruk bir şekilde terk etti. ABD deniz piyadeleri ve Fransız ordusu eşliğinde Filistinli savaşçılar sadece hafif silahlarını alarak gemilere binip uzaklaşmak zorunda kaldılar.
İç savaş esnasında silahla korudukları Beyrut'da bulunan Sabra ve Şatilla mülteci kampları savunmasız kaldı. Lübnan içinde Falanjistler ve Lübnan'ın güneyini işgal eden İsrail Eylül 1982'de Sabra ve Şatilla'da vahşi katliamlar gerçekleştirdiler. Oysa yapılan antlaşma doğrultusunda uluslarası kuvvetler tarafından korunması gereken kamplardı.
FKÖ Lübnan’ı terk etmiş. Ancak Filistin halkının siyonist İsrail’e direnişi, 1987’deki birinci, 2000’deki ikinci intifada ile devam etti. Batı Şeria, Gazze ve Ramallah başta olmak üzere binlerce Filistinli, İsrail’in sokağa çıkma yasakları ve diğer baskılarına meydan okuyarak işgale karşı direnişini sürdürdü.
Sabra ve Şatilla katliamından sonraki dönemde Şiî Müslümanlar, çeşitli Şiî-sol grupların aksine, yeni bir cephe olarak ortaya çıkan Hizbullah'a sempati duymaya başladılar. İsrail'in, Lübnan'da savaşlarda hedef almasının en büyük sebebi Hizbullah olmuştur. Nitekim Sabra ve Şatilla katliamının nedenlerinden biri Hizbullah'ın Filistin mücadelesine destek olması ve İsrail'e açıkça düşman oluşunu göstermesidir. Öyle ki Hizbullah'ın Lübnan'daki hedeflerinden biri şudur: Kudüs'ün özgürleştirilmesinin başlangıcı için İsrail'i Lübnan'dan çıkarmaktır. Bu durum Lübnan'ı İsrail'e karşı açık hedef haline getirmiş oldu. İsrail bölgede çok çeşitli katliamlar gerçekleştirdi. Sabra ve Şatilla katliamları da bunlardan sadece birisi. İsrail Parlementosu, Filistinli mültecilere yapılan Sabra ve Şatailla katliamından sonraki oturumda şiddetli bir tartışmaya sahne oldu. Dönemin muhalefet lideri Şimon Peres, dönemin başbakanı Menahem Begin ve Savunma Bakanı “Beyrut Kasabı" lakabıyla bilinen Ariel Şaron'u "Filistinli mültecilerin kampına terörist bulmaları için Hristiyan Falanjist milisleri salmak hangi delinin fikriydi?" sözleriyle açıkça suçlamıştı.
Sabra ve Şatilla katliamı her ne kadar Lübnanlı Falanjist militanlar tarafından gerçekleştirilmiş olsa da o dönemde Lübnan'ı işgal altında tutan Siyonist İsrail işgal güçlerinin gözetiminde ve istekleri doğrultusunda gerçekleştirilmiştir.
Beyrut Kasabının "Sabra ve Şatilla" Stratejisi:
14 Eylül'de gerçekleşen Beşir Cemayel suikastinden önce olacak olaylara dair İsrail cephesinde bazı sinyaller mevcuttu; Siyonist İsrail Ordusu'nun Kuveyt Büyükelçiliği etrafında 9 Eylül'de meydana getirdiği hareketlilik, gelişmeleri fotoğraflayan Birleşmiş Milletler'den bir görevlinin keskin nişancılar tarafından öldürülmesi. 11 Eylül'de Şaron'un Sabra ve Şatilla'da iki bin teröristin mevcut olduğu şeklindeki açıklama yapması. Şaron ve Cemayel arasındaki toplantıların Haziran'dan Eylül ayının ortasına kadar devam ettiği bilinmekle birlikte bu iki şahsın aldığı karar sonucunda ise Beyrut'taki bütün Filistinliler şehirden çıkarıldılar. Hristiyan Falanjistler tarafından reddedilmiş olmasına rağmen bu iki şahsın 12 Eylül'ü 13'e bağlayan gecede İsrail ve Maruni Hristiyanlarla birlikte yürüteceği bir harekatla Filistin kamplarında etnik katliamın yapılması kararı alındı. Beşir Cemayel'in suikast sonucunda öldürülmesinden sonra Şaron, planı tek başına yürüttü.
Şaron, Sabra ve Şatilla katliamında Lübnan'daki İsrail işgal kuvvetlerinin başkomutanıydı. Katliamı planlaması için IDF adlı siyonist terör mekanizmasının şefi olan General Rafael Eitan'ı görevlendirmişti. General Eitan, Şaron'un emrinde ve güdümündeydi. Fakat Şaron'la direkt irtibatını gizlemeye çalışıyordu. General Eitan katliamın yürütülmesi ve organize edilmesi işini Lübnan'daki Hristiyan Falanjist milislere ihale etti. O zaman bu terör örgütünün liderliğini Semir Ca'ca yapıyordu. Bu kişi İsrail işgal kuvvetlerinden alacağı siyasi ve maddi desteğin hatırına katliamı organize etme ve fiilen gerçekleştirme işini kabul etti. O da katliamda görevlendirilecek Hristiyan falanjist militanları organize etme ve başlarında durarak katliam işini bizzat komuta etme görevini falanjist zalim Eli Hubeyka'ya verdi. Hubeyka da etrafına topladığı Falanjist militanlarla katliam işini gerçekleştirdi. Sabra ve Şatilla katliamı her ne kadar Lübnanlı Falanjist militanlar tarafından gerçekleştirilmiş olsa da o dönemde Lübnan'ı işgal altında tutan Siyonist işgal güçlerinin gözetiminde ve istekleri doğrultusunda gerçekleştirilmiştir.
Elie Hubeyka'nın komutası altındaki Falanjist milisleri kullanarak operasyonu sürdürdü. İsrail ordusunun; cephane, yiyecek, bölgenin kuşatması, o bölgede bulunanların kaçmasını engelleme ve Beyrut'la olan her türlü iletişimin engellenmesi gibi konularda yardımcı oldu. Sözde İsrail kampta neler olduğunu bilmiyordu. Bu da planın bir parçasıydı.
Sabra ve Şatilla kamplarında öldürülen sivillerin görüntüleri
Sabra ve Şatilla katliamı vahşetinin boyutunu ortaya koyan görüntüler dünyanın gözleri önünde yayınlandı.
(görselleri editörün eklemesi gerekiyor diye bildiğim için ben eklemedim.)
Katliamın Günümüze İz Bırakan Etkileri
Sabra ve Şatilla'da yaşananlar, yakın tarihin en büyük katliamlarından biri. Aradan 39 yıl geçti fakat katliamın izleri hafızalardan silinebilmiş değil.
Naval Ebu Rudeyna, yaşananları anlatırken, "Altı yaşındaydım. İsrailliler havayı aydınlatan fişekler attı. Ortalık gündüz gibi aydınlıktı. Bir Lübnanlı kadın milislerin hepimizi öldürmeye geldiğini haber verdi. Babam ona 'sus çocukları korkutuyorsun' dedi ama o ısrar etti. Çığlıklar ve 'siz teröristsiniz, sizi yok edeceğiz' diyen sesler duyduk" dedi.
Katliamda aralarında babası, karnı deşilerek bebeği karnından çıkarılan hamile ablasının bulunduğu 16 akrabasını kaybeden Naval Ebu Rudeyna, "Uyuşturucu almışlardı, yerde şırıngalar görülüyordu. Her adım attığımızda cesetlerin üzerine basıyor ve her seferinde ya bir komşu ya da bir akraba görüyorduk" diye konuştu.
Katledilenlerin çoğu, üzerinde bugün tavukların gezindiği ve zaman zaman çiçek demetleri görülen toplu mezarlarda yatıyor. Anma törenleri ise uluslararası örgütlerin heyetlerinin katılımıyla bu hafta yapılıyor.
Şatilla Mülteci Kampı sakinlerinden Fuad Abid, katliamın yaşandığı tarihte 12 yaşında olmasına rağmen olayları çok iyi hatırladığını belirterek, "Sabra ve Şatilla kamplarındaki mülteciler, 17 Eylül 1982 günü direnişçi Filistin halkına yönelik en kanlı katliamlardan birinin manzarasına uyandı." dedi.
Babasının katliam sırasında kendisi ile diğer kardeşlerini küçük bir sığınakta korumayı başardığını anlatan Abid, çeşitli silah ve kesici aletlerle vahşetin işlendiği Sabra ve Şatilla katliamında kendi yaşıtları veya kendisinden küçük çok sayıdaki çocuğun acımasızca öldürüldüğünü belirtti.
İnsanların kaçmasını engellemek için işgalci İsrail askerlerinin kampları kuşattığını aktaran Abid, dönemin İsrail Savunma Bakanı Ariel Şaron'un komutasındaki askerlerin gece boyunca katliamcıların işini kolaylaştırmak için aydınlatma fişeklerini kullanmasının yanı sıra çeşitli destekler sağladığını ifade etti.
Abid, İsrail ordusunun Lübnan'ı işgal ettiği 1982 yılında sağlanan uluslararası anlaşma gereği Filistinli direnişçilerin ülkeyi terk etmesinin ardından İsrail askerleri ile Hristiyan Falanjist milislerin, Sabra ve Şatilla kamplarına üç koldan saldırdıklarını anlattı.
Filistinli direnişçilerin ülkeyi terk etmesinin ardından kampların güvenliğini sağlayacak uluslararası güçler göreve başlayana kadar bir boşluk oluştuğunu dile getiren Abid, katliamın da bu esnada gerçekleştiğini söyledi.
Mahmud El Saka, "Rastgele insanları öldürdüler, bebek yaştaki çocukları bile. Erkekleri bir duvarın önüne sıralayıp kurşuna diziyorlardı. İsrail tarafından kurulan Saad Haddad milisinden iki adam sabah kapımızı çaldı, hepimizi çıplak ayaklarla dışarı çıkarttı, sokaklar ceset doluydu. Çukurların yanına gelince kadınları, erkekleri ve çocukları ayırdılar, kadınları zılgıt çekmeye zorladılar. Bizi bıraktılar, çığlıklar duyduk, sonra hiç... Babam ve amcamı hiç bulamadık" dedi.
Katliamda 14 yaşında olan Beriya, "Bize İsraillilerin sivillere bir şey yapmadığı söylendi ama biz kendi gözlerimizle gördük. Milisler bizi canlı canlı gömmek için bir çukura indirdi. Son dakikada bir İsrailli subay geldi ve milislere kadınlarla çocukları bırakmalarını emretti. Bizi almaya gelenler Lübnan Güçlerinin üniformasını giymişti ama emri veren Şaron'du. Şaron'u ve Lübnan Güçlerini suçluyoruz" diye konuştu.